18 Mayıs 2008 Pazar

HUZURUN YOSUN KOKUSU

İki gündür eğitimdeyim; sunum yaparken dikkat etmen gerekenler, beden dili…
Çok sevdiğim, kendimi hep geliştirmek istediğim bir alan, kişisel gelişimini direkte tutmak,
Entellektüel bir bakışın hep içinde olmak, pozitif düşünceli insanların samimiyetini hissetmek, hayatı sevmek; kaderin sana oynamış olduğu oyunları içinde…

Kapalı iş yerimde öyle bunaldım ki geçen akşam; açık havaya attım kendimi. Ne istediğimi biliyordum; hemen koştum deniz kenarına…
Gözlerimi daldırdım suya. Üzerinde taş sektirir gibi, yüzeyinde gezdirdim.
Uzaklaşan vapura baktım, el sallayan var mı diye. Belki de karşılık verecektim boşa gitmesin selamı diye. Ya da ‘Merhaba’ el sallayan insanın sevecenliğine…

Derin ve uzun nefes aldım, yosun kokusunu duyana kadar.
Huzuru bu kokuda hissedene kadar…

Küçük bir genç grup geldi yan masama. ‘Bu yosun kokusunda mı oturucaz’ dedi biri yüzünü buruşturarak. Ya, tercihleri farklıydı benden ya da benim gibi hiç uzak kalmamıştı denizden…

Yıllarca süs havuzlarının bir karış suyunda aradım ben huzuru. Ama bu koku yoktu onların içinde; yosun kokusu.
Derdini anlatsan, gidecek yer bulamaz havuz suyu, içinde şişersin.
Denize anlatsan, akar gider okyanusa. Yosunlar toplar, sen anlattıkça.
Onlar şişer, şiştikçe kokusu gelir sana.

Yosun kokusunu duydukça için boşalır sanki, toplayan var diye bilirsin, açılırsın.
Yosun kokusunda huzuru hissedersin, hayatı seversin, yeni güne mutlu geçersin.

Ay çıktığında varsa gözyaşı kirpiğinin ucunda, sabah güneşinin günahı ne; bu hüznü görmekte.

Merhaba, parlayan güneş,
Merhaba, baharın gelişini bildiren en sevdiğim çiçek papatya,
Merhaba, şarkınla eşlik eden minik serçe,
Merhaba, güneşte nereni ısıtacağını bilmeden yuvarlanan kedicik,
Merhaba hayata ve herkese….

YENİ ERKEK KUAFÖRÜ

Zaman değişti, meslekler gelişti. Arz olunca talep mi oldu, yoksa talepten mi doğdu bu arz?
Önce moda oldu metroseksuellik, sonra trendi yakalamak için bu yola koştu gençlik...

Oğlumun berberine gidince oluştu bu yazım. Berber dedimse, eskidendi o eli usturalı, beyaz gömlekli berberler. Şimdi erkek kuaförü oldu, saç tasarımı oldu ismi.
Altı yaşındaki oğlumun çocuk saçıyla bile bir saat uğraştılar. Özen, süs, uğraşı mesleğin gereği.
Arz edilenden memnun kalınca herkes, sektör ilerledi. Erkek kuaförü dükkanları çoğaldı.
Ancak beylerin bu sunuma cevap vermeleri şaşırttı beni en çok.
Gözlemledim ki; beyler biz hanımların sandığı kadar sıradan değilmiş, sabırsız değilmişler.
Süse vakit harcamak onlar için de önemliymiş meğer.
Bir senedir aynı kuaföre gidiyoruz. Biz de önemsiyoruz tabi modelli kesimi; çocuk da olsa.
Moda , trend biz anneleri de etkiliyor, çocukları adına.
Yalan değil; mahalle berberini pek beğenmedik kesimde. Eski stil, çocuk traşı oldu ama makas izi vardı sanki. Saç tasarımı ismi kadar stilleri de farkı gösteriyordu.
Dükkana girip, modeli tarif edince görevliye, oturduğum yerden oğlumu izlemek için koltuklara geçtim ki; oturamadan irkildim yerimde. Sapsarı yüzüyle bekleyeni görünce...
Flmlerdeki hep irkilme sahnesi yaşattıkları, maskeli kadınları gören erkekler gibi olmuştum.
Ama benim karşımdaki, yüzünde cilt maskesi ile duran bir beydi. Olayı kavrayıp, çaktırmadan yerime oturup, gözlemlemeye başladım etrafımı.
Bir kenarda, elmacık kemikleri üzerine sir ağda yaptırmış birini gördüm . Ve o anda oğlum görüp de, ne olduğunu bana sorarsa diye, cevabımı düşünmeye başlamıştım bile.
Bir tıslama sesiyle çevirdim kafamı. Yüzüne buhar makinasını püskürttüren bey, dışarıdaki güneşe, terleten havaya rağmen çok sabırlıydı. Belki de kendisi bile bilmiyordu, bu kadar sabredebileceğini. Ama istemek başarmanın yarısıydı?

Zaman değişti, trendi yakalamak, sevdiğine güzel görünmek veya kendini iyi hissetmek istiyorsan; başarma yolunda sabrı da kullanırsın, vaktini de, paranı da...

Bakımlı günler dileği ile...

7 Mayıs 2008 Çarşamba

ANNE VE BABALAR İÇİN ÇOK YARARLI BİLGİ

(Bugün bir mail geçti elime ve onu sizinle paylaşmak istiyorum):

Ben hep, 'çocuğum olursa, onunla arkadaş gibi olacağım' derdim eskiden. 'Ne kuralı, ne sınırı? Ben onu sadece doğuracağım. Ama o benim olmayacak. Kendi safsatalarımla onu bunaltmayacağım' derdim. Doğru buymuş gibi geliyordu o zamanlar.
Evet, o hala 'benim' değil diye düşünüyorum. Ama hayır, kural, sınır gerekliymiş. Uzmanlar altını çize çize, çocuğun evde arkadaşa değil, bir anneye ve babaya ihtiyacı olduğunu söylüyor. Deniyor ki, arkadaşlıkta yaptırım yoktur. Eşitlik söz konusudur ve saçma da, komik de, tehlikeli de olsa öneriler getirilebilir ve uygulanabilir. Sınır yoktur. Oysa çocuğun, onu seven, her koşulda destek olacaklarını bildiği, tutarlı kurallar ve sınırlar koyan birer anne babaya ihtiyacı var.
Siz her konuda eşit olabilir misiniz çocuğunuzla? Ya sınırsız ve kuralsız? Kendi adıma cevaplarım 'hayır'.
Bir mail geldi arkadaşımdan. Kevin Hickey isimli bir İngiliz çocukla ilgili. Anne babasının kendisine hatalı yaklaşımı nedeni ile hastanede ruhsal tedavi görmek zorunda kalan bir çocuğun hikayesi. Tedavi sırasında Kevin, hastanede şunları kaleme almış, anne ve babasına hitaben. Daha sonra yazdıkları, İngiltere'de pedagogların çocuk yetiştirirken anne babalara tavsiye ettiği 13 altın kural olmuş.

Noktasına bile dokunmadan bu 13 altın kuralı aktarıyorum sizlere:

1- Beni şımartmayın. Her istediğim şeyi elde edemeyeceğimi biliyorum. Sadece sizi deniyorum.

2- Bana tatlı-sert davranmaktan çekinmeyin. Bunu tercih ederim, benim daha güvenli hissetmemi sağlar.

3- Benim kötü huylar edinmemi engelleyin. Bunların erkenden ortaya çıkarılmasında ve önlenmesinde size güveniyorum.

4- Benim yanlışlarımı başkalarının önünde söylemeyin. Benimle yalnız konuşursanız, söylediklerinizi daha iyi anlarım.

5- Sizden nefret ettiğimi söylediğimde üzülmeyin. Aslında sizden değil, beni engelleme gücünüzden nefret ediyorum.

6- Herhangi bir şeyin sonucunda beni kurtarmayın. Çünkü ancak acı veren bu yolla öğrenirim.

7- Benim küçük hastalıklarımı büyütmeyin. Bunları yenecek güçteyim.

8- Düşüncesizce yerine getiremeyeceğiniz şeyleri yapacağınıza söz vermeyin. Bu sözler yerine getirilmediğinde çok kırıldığımı unutmayın.

9- Kendimi istediğim kadar iyi anlatamadığımı unutmayın. Bunun için ara sıra yanlışlarım olur.

10- Dürüstlüğümü fazla zorlamayın. Kolayca korkup yalan söyleyebilirim.

11- Tutarsız olmayın. Benim kafamı iyice karıştırır ve size olan güvenimi sarsar.

12- Benden özür dilemeyecek kadar gururlu olmayın. Bazen içten bir özür beni size çok yakınlaştırabilir.

13- Unutmayın ki büyümek için sizin çok ve anlayışlı sevginize muhtacım, ama bunu size söylemem gerekmez değil mi?

Ben, özellikle 1., 5. ve 10. maddelere bayıldım. Çocuklarımızın yanlışları da doğruları da, iyileri de kötüleri de bizlerden onlara yadigar. Umarım 13 altın kural, hepimizin işine yarar.

Sevgiyle kalın…

6 Mayıs 2008 Salı

HIDIR ELLEZ

Her yıl Mayıs ayının altıncı günü Pikniklere gidip Ateşler yakar üzerinden atlar ve çılgınca eğleniriz. Hıdır Ellez günü olduğunu biliriz fakat Hıdır Ellez efsanesini ne olduğunu bilmeyiz. Bizler de ziyaretçilerimizin Hıdır Ellez efsanesi hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamak amacıyla bu efsaneyi ziyaretçilerimizin bilgisine sunuyoruz. İşte Hıdır Ellez efsanesi;

Rivayete göre, Hızır Aleyhüsselam, İlyas Aleyhüsselam ve iskender-i Zülkarneyn, birlikte (Ab-u Hayat) aramaya çıkmışlar. Ve bir müddet sonra “Karanlıklar ülkesine dalmışlar”. Hızır ve İlyas Ab-u hayat suyunun kaynağını bulup içmişler. Fakat iskender’e söylememişler. ( Hızır’ın suyu benem / Ab-ı Hayat Bendedir / Kevserden İçen gelsin./ Kadru berat bendedir). Hızır ve İlyas’ın sağ olduğuna ve yaşadığına inanılmaktadır. Hızır karada, İlyas da denizde, yardıma muhtaç olanlara, car diyenlerin (imdat isteyenlerin) carına yetişirler.

Nuh peygamberin gemisinin fırtınaya tutulduğu, yeryüzünü suların kapladığı, tufanda, gemide ki insanların fer yad edip “ya Hızır bizi kurtar” diye dua ettikleri söylenir. Güvercin, (Aslında karga ) ağzında zeytin dalı ile gemiye döndüğünde karanın yaklaştığı, suların da çekilmesiyle insanların karaya çıktıklarına inanılır.
Bu anın anısına her yıl 3 gün Hızır Orucu tutulur.
Yine rivayete göre Hızır ile İlyas yılda bir defa (6 Mayıs gününün gecesi), bir gül ağacının dibinde buluşurlar. O nedenle de her yıl 6 Mayıs Hıdır Ellez (hızır-İlyas) günü olarak kutlanır

Bu İnanç Musevilik ile İslam geleneklerinin ortak yönlerinden birisidir.
Anadolu da ’ da halk geleneklerinde yaşamış olan Hıdır Ellez ‘in
İnsanların arasına karışarak mucizevi yardımlarda bulunduğuna her zaman inanılır. “ Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” veya “Hızır gibi yetişti” gibi söylemler hala kullanılmaktadır.
Kur-an-ı Kerimin “Keyf Süresi’nin” 65-82. ayetlerinde de Musa Peygamber ile birlikte yolculuk eden ; ve onun şuurlu bir insanın nasıl sıradan insanlar gibi yaşamadığını gösteren bilge de Hızır’dır.

5 Mayıs 2008 Pazartesi

ÖZLENEN SAFLIK...

Şimdi anlıyorum; ‘gençlik yıllarıma dönebilsem’ diyen büyüklerimi. Demek ki, ben de büyük oldum artık.
Çocukluk değil istediğim, doya doya geçti çünkü çocukluğum:
Bahçeli bir evde, komşuluk nedir bildiğimiz bir mütevazı mahallede,
kapımızı açık bırakabildiğimiz güvenilir bir semtte,
yürüyerek deniz kenarına vardığım; boğazın en güzel ilçesinde,
temiz havasını çekip, dalından erik, kiraz yediğim şehrin en yeşil yerinde...
Güzel anılarla anlatıyorum o günleri.

Ben daha genç zamanlarımı özlüyorum. Kanımızın deli aktığı ama dostlukları uslu seçtiğimiz lise çağları.
Ne kadar kolaydı sanki arkadaş bulmak, dost olmak, gözümden yaş gelene dek gülmek.
Hayatı pembe görmek, içimdeki saflıkla her şeye pozitif bakmak, eğlenebilmek doyasıya.

Büyüdükçe fesatlığı öğreniyor insan. Negatif düşünen, her iyiliğin altında kötüyü arayan kişilikleri tanıdıkça,
‘ben çok mu safım acaba’ diye sormadan kendini alamıyor. Ya da iyiliğin karşısında aynı samimiyeti göremeyince; kıskançlığı tanıyor belki. Dostundan kazık yemiş, her sevginin karşısında düşmanlık görmüş hikayeler duydukça insanlardan, saf dünyadan uzaklaşıyorsun. Temkinli davranmayı öğreniyorsun yeni yaşayacakların karşısında. Dostluklar dikkatli davranarak oluşuyor. Hep tetikte denemelerle dost ediniyorsun,
o da senin kadar vericiyse tabi.

Ben saflık zamanlarımı özlüyorum. Daha çok gülüyordu yüzüm. Neden değiştirdi beni hayat? Neden tanıdım ki;
her türden insanı. Tecrübe edinmeseydim, herkesi iyi bilseydim olmaz mıydı? Buna izin vermiyor geçen zaman,
gördüklerim, öğrendiklerim.
Değişmeyen yok mu? Kapı arkasında kalmış, saflık abidesi insanlar? Ya hep aynı iyilerle karşılaştılar, başkaları girmedi hayatlarına ya da onlar muhatap olmadı; iyilikten uzak duranlarla...

Ben gençliğimi özlüyorum o eski saf düşünen, güleç Mine’yi...