5 Mayıs 2008 Pazartesi

ÖZLENEN SAFLIK...

Şimdi anlıyorum; ‘gençlik yıllarıma dönebilsem’ diyen büyüklerimi. Demek ki, ben de büyük oldum artık.
Çocukluk değil istediğim, doya doya geçti çünkü çocukluğum:
Bahçeli bir evde, komşuluk nedir bildiğimiz bir mütevazı mahallede,
kapımızı açık bırakabildiğimiz güvenilir bir semtte,
yürüyerek deniz kenarına vardığım; boğazın en güzel ilçesinde,
temiz havasını çekip, dalından erik, kiraz yediğim şehrin en yeşil yerinde...
Güzel anılarla anlatıyorum o günleri.

Ben daha genç zamanlarımı özlüyorum. Kanımızın deli aktığı ama dostlukları uslu seçtiğimiz lise çağları.
Ne kadar kolaydı sanki arkadaş bulmak, dost olmak, gözümden yaş gelene dek gülmek.
Hayatı pembe görmek, içimdeki saflıkla her şeye pozitif bakmak, eğlenebilmek doyasıya.

Büyüdükçe fesatlığı öğreniyor insan. Negatif düşünen, her iyiliğin altında kötüyü arayan kişilikleri tanıdıkça,
‘ben çok mu safım acaba’ diye sormadan kendini alamıyor. Ya da iyiliğin karşısında aynı samimiyeti göremeyince; kıskançlığı tanıyor belki. Dostundan kazık yemiş, her sevginin karşısında düşmanlık görmüş hikayeler duydukça insanlardan, saf dünyadan uzaklaşıyorsun. Temkinli davranmayı öğreniyorsun yeni yaşayacakların karşısında. Dostluklar dikkatli davranarak oluşuyor. Hep tetikte denemelerle dost ediniyorsun,
o da senin kadar vericiyse tabi.

Ben saflık zamanlarımı özlüyorum. Daha çok gülüyordu yüzüm. Neden değiştirdi beni hayat? Neden tanıdım ki;
her türden insanı. Tecrübe edinmeseydim, herkesi iyi bilseydim olmaz mıydı? Buna izin vermiyor geçen zaman,
gördüklerim, öğrendiklerim.
Değişmeyen yok mu? Kapı arkasında kalmış, saflık abidesi insanlar? Ya hep aynı iyilerle karşılaştılar, başkaları girmedi hayatlarına ya da onlar muhatap olmadı; iyilikten uzak duranlarla...

Ben gençliğimi özlüyorum o eski saf düşünen, güleç Mine’yi...

Hiç yorum yok: