23 Eylül 2008 Salı

SARILMAYA KORKTUM

On yedi ay olmuştu arkadaşlarımdan ani ayrılışım.
Aklıma geldikçe üzülüyorum, vedalaşmaya bile fırsatım olmadı diye.
Kimbilir belki de böyle ayrılık daha az dokunur olmuştur onlara.
Ama ya bana ?
Yüzyüze gelebildik aylar sonra .
Özlemim kastı beni; sarılmaya korktum.
Her zamankinden daha hızlı konuştum,
Anlatacak o kadar çok şey vardı ki;
Zamandan taştım, konuşmaya doyamadım.
Çocuklarımız büyüdü, adlarını unutmadan ama yüzlerini görmeden.
Anılarını anlattık zamana sığmadı.
Konudan konuya geçtik geceye yerleşemedik,
Mekan değiştirdik ama süreyi uzatamadık.
Sarılmaya korktum, şimdi akan gözyaşlarım içimde okyanusa döndü.
Bir daha sarılmak istesem, yanımda olmayacaklardı çünkü.
Ne kadar özlediğimi gece anladım.
Kendimi dışa dönük sanırdım
Hasret, kendini içimde büyüttü. Dudaklarım büzüldü.
Dostlarımdan ayrıldım.
Neden olanlara bir kez daha isyan ettim, dişlerimi sıkarak.
Elime geçse parçalayacaktım, içim kin tutarak.
Öyle özlemişim ki; muhabbetlerini dinledim, içim burkularak.
Can dostlarımı gördüm on yedi ay sonra
Sarılmaya korktum; tekrar ayrılmaktan ürktüm.

ÇELİŞKİ

Sevmediğim şehirde bıraktım
Sevdiğim arkadaşlarımı
Nasıl bir çelişkidir bu
Hepsi bir arada neden olmuyor?
Ya özlem çekeceksin vuslatı bekleyerek
Ya sılada bir ömür geçecek
Hayatın bir yerlerinde bir şeyler eksik
Ömrüne heyecan katsın diye mi, bu çelişkilik?

18 Eylül 2008 Perşembe

İSTANBUL’u YAŞAMAK, ANADOLU YAKASINDA...

Anadoluhisarı’nda uyandım bir sabah
Gözümü açtım, sanki Küçüksu Kasrı’nda
Kanlıca sırtlarından geldi bir orman kokusu
Hıdiv Kasrı ile ayrılır hududu
Küçüksu plajında güneşe verdim yüzümü
Yirmi yıl önce hatırlıyorum yüzdüğümü
Fidanlığın yanındaki bu dere yoktu
Vardıysa bile o zamanlar içi boştu
Etrafta, insanlarda bir tenhalık
Lisemin yanında bir biriketçi, bir de fidanlık
Kandilli’de bir Rasathane
Tepedeki lisede tarihi bir yatakhane
Rıhtımda bir iki balık lokantası
Kuleli’nin önünde balıkçıların oltası
Çengelköy’de incirle, sebze satışları
Ama hiç görmedim nerdedir tarlaları
En kibar beyler Beylerbeyi ‘inde
Hanımefendileri de aynen öyle
Hiç eksilmedi nezaketlerinden bir parça
Edaları Beylerbeyi Sarayı’ndan çıkmışçasına
Farklı dinleri barındırdı Kuzguncuk yıllarca
Kilise ile camii hep kardeşti yan yana
Solda semtleri ve özellikleri
Sağda yol boyu gittim denizi
Oksijenim daha bitmemişti Paşalimanı ‘nda
Tazeledi Fethi Paşa Korusu çamlarıyla
Katibi görme umuduyla vardım Üsküdar ‘a
Boğazda bir tur ile doyamadım İstanbul ’a...

13 Eylül 2008 Cumartesi

(Pollyanna şiirimden sonra, hatırlatmak gerek Pollyanna kimdi?)

POLLYANNA :

Eleanor Hodgman Porter’ın 1913 tarihli romanı Pollyanna, çocuk edebiyatının en kült eserlerinden biridir. Çocuk edebiyatı deyip de küçümsemeyelim, bu tip klasiklerin bir kısmı yetişkinlik döneminde de rahat rahat okunur, hatta değerleri daha iyi anlaşılır. Pollyanna da biraz öyle işte.
Eleanor H. Porter, 1907 yılında Miss Billy isimli bir kızın başından geçenleri anlattığı üç kitap yazmış ve bunların kazandığı başarıdan sonra Pollyanna fikrini geliştirmiştir.


Roman, Pollyanna Whittier isimli küçük bir kızın etrafında döner. Annesini çoktan kaybetmiş olan kıza, hayattayken babası tarafından öğretilen bir oyun vardır: Mutluluk oyunu. Her türlü talihsizlik, kötülük ve sıkıntıdan mutlaka iyi bir sonuç çıkarabilmek üzerine kurulu bir oyundur bu. Babası sanki başına gelecekleri bilmiş gibi kızını kendince hayatın zorluklarına bu şekilde hazırlamıştır. Babasının ölümü üzerine son derece zengin bir kadın olan teyzesi Polly’nin yanına yerleştirilir Pollyanna. Annesi, iki kız kardeşi olan Polly ve Anna’nın isimlerini birleştirerek koymuştur onun adını bu arada.
Polly teyzesi, renksiz ve durgun küçük bir kent olan Beldingsville’de yaşamanın getirdiği bir huysuzluk ve mutsuzluk içindeyken, Pollyanna’nın gelişi sadece onun değil çevresindeki herkesin hayatına heyecan ve neşe katar. Yaşama sıkı sıkı bağlı olan bu küçük kız, insanları kış uykularından uyandırır, onları zorla mutlu eder. Zamanla kent sakinleri buna alışır ve Pollyanna’nın neşesi onlara da bulaşır. Ona “tatlı limon” der herkes.
Kurdeleli saçları, gülen yüzü, pileli etekleriyle her fırsatta insanların karşısında bitiveren Pollyanna, hasta, sakat, sevdiklerini kaybetmiş olanlara kendi yaşama sevgisinden bir parça aktarır. Onları konuşmaya ikna ettiğinde, hayatın olumlu taraflarını görmelerini de baştan garantiler. Böyle bir becerisi vardır kızın.
Kendisi için de aynı şekilde davranmayı becerir, yani ikiyüzlü değildir. Doğum günü hediyesi olarak oyuncak bebek beklerken koltuk değnekleri aldığı zaman iyi ki onlara ihtiyacı olmadığı için sevinir. Kaza geçirip sakat kaldığında ise arayıp tarayıp memnun kalacak küçük detaylara ulaşmasını bilir.
Kitabın başarısı, “Pollyanna” kelimesinin psikoloji biliminde aydınlatıcı düzeyde iyimser olanları tanımlamak için kullanılmasına ön ayak olmuştur. Gerçi zaman zaman kitabın amacına aslında ters düşerek gereğinden fazla saf, aptallık edecek düzeyde olumlu düşünme meraklısı insanlar için de kullanılır olmuştur bu terim. Oysa gerçekte, ifade edilmek istenen, bağışlayıcılığın gücü ve elindekiyle mutlu olabilme yetisine sahip olabilmektir.
Pollyanna duygusal bir karakterdir, orası kesin. Yine de insanlara ya da kendisine olayların iyi taraflarını göstermeye çalışırken mantığını ön plana geçirir. Küçüktür, kırılgandır ama aynı zamanda çok güçlüdür. Çünkü böylesine kötülüklerin yaşandığı bir dünyada üzücü olaylardan olumlu yanlar çıkarabilmek başlı başına bir güç ister. İşte insanların onun oyununa katılabilmelerinin nedeni de ondaki bu gücü hissetmeleri ve bir süre sonra ona kendilerini bırakabileceklerini anlamalarıdır. Pollyanna’nın çok iyi bir psikolog olma potansiyeli olduğuna kimse itiraz etmez herhalde.
Pollyanna’nın genç kız olduğu dönemi de takip etmemizi sağlayan devam kitabında, Beldingsville’den Boston’a giden kahramanımız orada pek çok arkadaş edinir. İlk kitapta geçirdiği araba kazasının izlerinden tamamen kurtulan Pollyanna, rahatsızlığı sırasında ona bakan hemşiresi Della Wetherby ile de Boston’da bir araya gelir. O ve kız kardeşinin kederli yaşamlarını biraz olsun aydınlatma işi de tabii ki Pollyanna’ya düşer.

POLLYANNA OLMAK

Çimen yeşili derlerdi gözlerime
Bense bakınca artık aynalara
Diplerindeki tomurcuk olmuş tasalarla
Topaklaşmış yosunları görüyorum gözlerimde
Bardağın dolu yerini gördüm yıllarca
Boş tarafı görenlerle denkleşeyim diye
Dengeliyordum sanki dünyayı
Kin tutanlara karşı takınıyordum Pollyanna’yı.
Savundum hakkında kötü konuşulanları
Haberleri yoktu, gözümde masumlardı
Gıyabında söylemek olmaz
Söyleyenin fesatlığını bilince
Birinin günahını almak, Vicdana sığmaz
İçlerinde tanımadıklarım bile vardı
Yoruldum savunmaktan bu insanları
Ben mi çok saf kalmıştım
Ya da herkes biraz Pollyanna olsa olmaz mıydı?